13 Aralık 2010 Pazartesi

Mondo Cane


Mike Patton özel adam. Hayatımıza giren en büyük rock vokalistlerinden birisi olmasının yanısıra zamanla yaratıcılık sınırlarını zorlayan projeleriyle dinleyenlerinin kafalarını açan bir adam oldu. Mr. Bungle'la başlayan arayışlarla dolu müziğine başlıca Lovage, Peeping Tom, Tomahawk, Fantomas olmak üzere birbirinden oldukça farklı birçok grup ve müzisyen birliktelikleriyle devam etti. Son solo albümünde de genelde yaptığı işler gibi farklı bir işte daha bulundu. Mondo Cane projesi 50li ve 60 yılların İtalyan pop şarkılarının 65 kişilik bir orkestrayla hazırlanmış Mike Patton yorumlarını barındırıyor. Mondo Cane senfonik bir pop albümü ve bütün şarkılar İtalyanca. İtalyanların Luigi Tenco gibi meşhur şarkıcılarının şarkıların kendi tarzını yansıtarak yorumladığı albüm uzun süre çıkmayı beklese de 2010 da yayınlandı. Mondo Cane ismiyse aslında 70lerde çekilen dünyanın çeşitli yerlerindeki abuk adetleri belgeleyen, soft snuff olarak tanımlabilecek bir İtalyan belgesel serisinden geliyor. Şarkılara Patton'ın eski eşinin İtalyan olması ve uzunca süreler İtalya'da yaşamayı tercih etmesinden kaynaklı bir ilgisi olduğunu düşünmekteyim. Rahatça dinlenebilecek son derece sevimli ve vokal teknikleri açısından oldukça gelişkin albümüyle Mike Patton gene şahane.



Şarkının orjinali olan Luigi Tenco yorumu, hatta kendi kişisel hikayesi de çok ilginç olan büyük vokaliyle Tenco'nun kendisi de şiddetle tavsiye edilir.

Red Snapper


Red Snapper benim için özel bir grup. İlk defa onlarla tanışmam İzmir'de Kıbrıs şehitleri'nde cd satan meşhur kel eleman vasıtasıyla olmuştu. Yazları geldiğimde onlarca cd aldığım bu şahıs "bak bu Red Snapper, şahane grup dinle kesin" demişti o küçük halime. Ben de elimde çoğu bildiğim grupların albümleri olan demetin arasına onun tavsiyesi olan 'Reeled and Skinned'i koyuvermiştim. (Elemanın diğer tavsiyeleri de Plastikman ve Autechre albümleriydi, düşününce o adam büyük adamdı ona çok şey borçluyum) Albüm Red Snapper'ın da ilk toparlama albümüydü ve sanırım aldığım zamandan birkaç sene önce çıkmıştı. İlk dinleyişimden sonra albüme vuruldum. Deli yoğunlukta kontrbas vuruşları, bol bol gitar efektleri, efektif bir saksafon ve son derece net davul vuruşlarıyla daha ilk şarkı Snapper'dan feleğim şaştı. Şarkıda vokal namına sadece 'Snap' diyen bir kadın vardı. O da bu vasıtayla tanıdığım Beth Ortondu. O zamana kadar dinlediğim modern rocktan da öğeler barındırsa da jazz'ın bilmediğim sularında gezen bir müzikti karşımdaki. Keyifle dinlediğim Jamiroquai'dan da Incognito'dan da çok daha karanlık ve çok daha etkili bir soundla karşılaşmıştım. İlerleyen yıllarda grubun albümlerine ancak internet vasıtasıyla ulaşabilip zorlukla edinebildim. Onlar da albüm kaydetmeye devam ettiler ve 3 lp 3 tane de derleme albüm yayınladılar zaman içinde. Her albümde farklı yüzeyler bulunduğunu söyleyebilirim, her zaman kendilerini yenilemeyi başardıklarına ve yaptıkları müziğe kattıkları ruhu sonuna kadar yedirebildiklerine inancım tam. Elektronik altyapılar, trip hop, acid jazz esintileri, bir yandan rock soundu taşıyan düzenlemeler fakat bir yandan da canlı kaydın verdiği jazzy soundları her zaman kaliteliydi. Duygusal ritmi olan sözlü şarkılarda genelde tercih ettikleri Alison David gibi kadın vokaller ve genel sounda uygun sayılabilecek ve bir süre kalıcı üye olarak kullandıkları MC Det'le rap vokallerden de yararlandılar. Uzun yıllar ne dinlersin, en çok kimi seversin sorularına verdiğim cevap olageldiler. 2002de kayıtlarına ve varlıklarına uzunca süre ara verdiler, ta ki 2008 yılına kadar. 2008 de temel üçlü Ali Friend, David Ayers ve Richard Thair birleşme kararı verdiler ve Pale Blue Dot'ı yayınladılar. Daha önce İstanbul'a uğradıklarında kaçırdığım ve bunun için çok üzüldüğüm grup 2010 senesinde İstanbul'a tekrar uğradı ve bu sefer ben bütün benliğimle oradaydım. Benim gibi Red Snapper'ı gerçekten seven insanları görmek çok güzeldi ama ötesinde sahnede bu adamları izlemek benim için hayatımda yaşadığım en özel anlardan birisiydi. Her albüm için ayrı güzellemeler yapabilirim ama yetersiz kalır diye düşünüyorum. Red Snapper çok özel bir kimyaya sahip çok özel bir grup, sonsuza kadar müzik yapsalar sıkılacağımı düşünmüyorum. Ama illa tercih etmek gerekilirse, dinlememiş birisi için tümüyle muhteşem, tek bir boş şarkısı olmayan Our Aim Is To Satisfy'ı tavsiye edebilirim. Dinleyiniz, dinletiniz, çok fazla seviniz..








30 Ağustos 2010 Pazartesi

Tycho


Tycho, San Francisco'lu Scott Hansen'ın idm tarzında eserlerini icra ettiği projesi. 2002'den beri müzik yapıyor ve 2 tane de LPsi var. İkisi de birbirinden kaliteli bu albümler, aynı tracklerin farklı versiyonlarını da barındırsa da son derece başarılı. 'Ghostly' isimli yeni bir uzunçaları 2010'da yayınlamayı planlıyor. Çoklukla Boards of Canada'ya benzetiliyor ama Telefon Tel Aviv ve özellikle Aphex Twin etkisi göze çarpıyor. Aphex Twin'in alemin tanrısı olduğunu düşünürsek Hansen'dan da iyi bir peygamber olur çünkü benzetildiği müziklerin daha iyisini yaptığını düşünmekteyim. Şiddetle tavsiye edilir.



Interpol - Klaxons: Yeniler Yeniler..



Interpol yeni albümden bir single daha yayınladı, klip bile çekti. Şarkı iyi ama çok da beklentilik değil. Albümde daha büyük bombalar yoksa 'sıkıntı var'. Eylül 7de piyasada, belki daha önce internet ortamlarında. Carlos Dengler'in arkasından da atıp tuttular sonraki internet demeçlerinde. Aslında bas çalmak istemiyordu. Interpol'un yaratıcı dünyasından bişey eksilmez falan gibi sözlerle gereği yoktu demeye getirdiler. Ama kalıcı bir basçıya ister istemez ihtiyaç duyacaklardır çünkü grubun soundu için çok önemli bir yer taşıyor. David Pajo'yla da o iş olmaz.



Klaxons'un yeni albümüyse mükemmel. 'Myths of the Near Future'ı çok dinlemiş ve grubu çok beğenen bir insanoğluyum. Ama böyle sağlam geleceklerini ben bile beklemiyodum. Albüm kapağıyla başlamak gerekirse şahane bir tasarım. 'Surfing the Void'ın ilk single'ı ve klibi açılış şarkısı 'Echoes'a çekildi. Bir hayli beklenen bir albüm olduğu için iyi tepkiler aldı. Ama 2. track albümün esas olayı. 'The Same Space' şu zamana kadar ki en işleri. Akılda kalıcılığı ve dinamikliğiyle ikinci single olur diye düşünüyorum. Albümde her şarkı iyi ama en iyiler 'Valley of the Calm Trees', bir önceki albümü en çok hatırlatan 'Flashover', 'Twin Flames' ve son şarkı 'Cypherspeed'. Bir önceki albümdeki aşırı dinamizm biraz kırılmış ama disco-rock denebilecek ritmik şarkılar bir kez daha yer alıyor. Elektronik etki bir nebze olsa da azalmış. Sözler daha iyi, vokaller daha kaliteli, klavyeler sadece synth değil ve çok keyifli. Tempo biraz düşmüş ama vites hiç küçülmemiş. Kendi tarzları dahilinde en iyiler ve rock içinde önemli bir grup olacaklarını ikinci albümde ilk albümün üstüne koyarak yola devam ederek gösteriyorlar. İmajları biraz dallama da olsa bu heriflerde çok iş var.
ccc Klaxons ccc

PEZEVENK BLOGGERA BAK LİNK SİLİYOR. LİNK VEREMEDİK ALBÜME İYİ Mİ!




23 Haziran 2010 Çarşamba

Deftones'ın zirvesi


Deftones müzik yapmaya başladığı zaman itibariyle nu-metal damgası yemişti. Fakat şu bir gerçek ki içinde bulunageldiği akımla her zaman bir farklılık gösteregeldi. Özellikle 2. albümle beraber olgunluk sahibi bir grup olduğunu göstermiş ve 3. albüm White Pony'le 2000lerin başının en iyi gruplarından biri olmuştu. Belki o heyecan, en azından yaptıkları müziğin alımı açısından dağıldı ama Deftones her albümde biraz daha üstüne koyarak yola devam etti. Son albüm 'Diamond Eyes' tam bir olgunluk albümü. Grubun basçısı Chi Cheng 2008'de ciddi bir trafik kazasından sonra komaya girdi ve grup sıkıntılı zamanlar geçirdi. Fakat bu zor zamanların içinden harika bir albüm çıkagelmiş. Diamond Eyes albümü kişisel olarak şu güne kadar duyduğum en iyi iki Deftones şarkısından biri olan (diğeri Change in the house of flies) aynı isimli şarkıyla gümbür gümbür açılıyor. Grup albümden çıkan ikinci klibi de bu şarkıya çekti (İlki Rocket Skates) Özellikle 'You've Seen the Butcher', 'Cmnd-Cntrl' ve 'Sex tape' en iyiler gibi görünse de albümün geneli çok çok iyi. Albümün geneline bakınca şu zamana kadar çıkardıklarının en iyisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. En sevdiğim özelliklerinden birisi de nu metal'in bütün dallamalıklarına rağmen bu adamlar hep sade ve efendiydiler, belki de en iyileri olmalarına rağmen. Chino Moreno da bugün sahnenin en iyi vokallerinden birisi. Chi Cheng de umarım iyileşir.


Skye ve Morcheeba

Morcheeba orjinal kadrosuyla yeni albümünü yayınladı. Orjinal kadrodan kasıt Godfrey kardeşler değil tabi ki, 5 senelik ayrılıktan sonra gruba dönen Skye Edwards. Arada Daisy Martel ve konuk vokalistlerin yer aldığı 2 albüm daha yayınlasa da, Skye'ın billur sesinin eksikliği grupta hissediliyordu. Üstelik ayrılıkları da pek hoş olmamıştı. Albümün ismi 'Blood Like Lemonade'. Bildik Morcheeba soundundan farklı değil ama bir miktar geriye dönüş niteliği taşıyor. Bir kez daha akustik gitarlar, kemanlar yaylılar üstüne oturtulmuş düzgün elektronik düzenlemeler ve scratchlerden de ziyade albümde genel olarak depresif bir hava var. Paul Godfrey de "aslında Big Calm'dan sonra yapmamız gereken albüm buydu, özümüze dönmemiz zorlu yollardan geçerek oldu diyor" Haklı albümün soundu ilk 2 albümü işaret ediyor. İlk single olarak seçilen Even though'un yanında ben en çok Recipe for Disaster'ı ve Avalanches'ı hatırlatan vokalsiz Cut to the chase'i beğendim. Skye'ın dönüşü çok güzel. Bu müziğe en çok onun vokalinin yakıştığı kesin.

9 Mayıs 2010 Pazar

Bloc Party bitik.


Bloc Party "One More Chance" singleından sonra pek ses soluk çıkarmamıştı. Takibi kaçırmışım ben de. Grubun albüm sözleşmeleri bitmiş ve bir yenisini de yapmamışlar. Grup şu an beklemede gibi görünse de üyelerin açıklamalar o defterin kapandığını gösterir nitelikte. Kele Okereke solo albüm hazırlıyormuş, albümün 2010 da çıkması bekleniyor ve ismi "The Boxer". Hadi hayırlısı.









hatta :

Hakkını alamayan albümler - III Euphoria Morning


Soundgarden'ın dönüşünden bahsetmişken aklımda olan bu albümden bahsetmek istedim. Cornell henüz bunalıma girmemişken, Soundgarden'ın yeni dağıldığı zamanlarda ilk solo albümü üzerine çalışmaya başladı. Beraber çalıştığı müzisyenler o zamanlar müzik camiası dışında çok tanınmayan fakat hepsi iyi müzisyenler olan Eleven grubuydu. Alain Johannes ve Natasha Shneider çifti o zamanlar yanlarında Jack Ironsla beraber Eleven ismiyle albüm yayınlamaktaydılar. Johannes daha önce Red Hot Chili Peppers kadrosunun ilk grubu What is this? de çalmıştı, Jack Irons ise zaten Peppers'ın kurucu ekibindeydi fakat Hillel Slovak'ın ölümüyle o da gruptan ayrılmıştı. 99da hazırlanan ve yayınlanana albümün prodüksiyon aşamasında Johannes ve Shneider şarkı yazımı, düzenlemeler, enstrümantasyon ve vokal olarak tamamen içerde bulunmuşlardı. Soundgarden'a kıyasla daha akustik bir altyapıya sahip albüm "Can't change me" şarkısıyla açılıyordu. Klibiyle de ilgi gören şarkı Grammy adaylığı dahi aldı. Cornell'in daha o zamanlardan yapmak istediği fakat kendisine daha sonra kısmet olan Bond filmi müziği yapma hevesi için yaptığı Mission, Mission Impossible'ın soundtrackinde kullanılmıştı. Albümde yaylılar, bolca klavye ve akustik tonlu gitarlar ağırlıktaydı. Eleven'ın aksak fakat tok rock soundu albümde hissediliyordu. Öte yandan Moonchild, Disappearing one, When I'm Down, Steel Rain gibi şarkılar Cornell'in ne kadar iyi bir şarkı yazarı ve ondan da öte inanılmaz bir yorumcu olduğunun ispatıydı. Albümün belki de zirvesi yakın arkadaşı Jeff Buckley'nin ölümü üzerine yazdığı bir yandan hüzün ama bir yandan da güzel bir özlem barındıran şarkısı "Wave Goodbye"dı. Albüm eleştirmenlerce çok beğenilse de satışlar o kadar da iyi gitmedi. Albümün minimal soundu hard rock tandanslı Soundgarden izleyicisinin çok hoşuna gitmemişti. Fakat üzerinden yıllar ve Cornell'in daha sonrasında yaptığı hatalar (Başlı başına Audioslave yanlışı, saçma pop soundlu solo albümler, Timbaland ortaklığı!) göz önüne alınırsa bu mükemmel albümün üzerine gidilmemiş olması dinleyenler açısından büyük kayıp olmuştur diye düşünüyorum. Bu arada Eleven iptal oldu, Johannes ve Shneider Queens of the Stone Age'le, Spinnerette gibi gruplarla çalıştılar ve geçen sene Shneider maalesef kanserden öldü.




Soundgarden da döndü.


Soundgarden'ın orjinal kadrosuyla dönüyor olması muazzam bir olay. Kim Thayil stüdyo müzisyenliği dışında bişey yapmadı, Ben Shephard barlarda şarkı söylüyordu. Chris Cornell'i girdiği orta yaş bunalımından, yaptığı saçma albümden ancak bu kurtarabilirdi. Canlı performans gösteriyor ki adamlar bitmemiş, üstelik de şarkı erken dönem albümlerinden Beyond the Wheel. Şu yandaki gençlik yok tabi ama gene de of ki ne of. Soundgarden is legend.



29 Nisan 2010 Perşembe

Interpol'un yeni şarkısı.


Interpol internet üzerinden yeni bir şarkı yayınladı. Yeni albümün soundu davulcu Sam Fogarino'ya göre 'Turn on the Bright Lights' günlerine dönüş, Paul Banks'e göreyse "classical stuff going on".2010 içinde albüm çıkmayacak gibi görünüyor 2011'in başında yeni bir albümle geri döneceklerini tahmin ediyorum.

'Lights' güzel şarkı.
Şurdan mp3 olarak download edilebiliyor.



21 Nisan 2010 Çarşamba

Stone Temple Pilots Geri Geldi.




90larda hakkı en çok yenen gruplardan birisi Stone Temple Pilotstı. Uzun zaman dönemin 'başrol' grunge gruplarına benzetildiler müzik eleştirilmenlerince. Ama grup aslında melodik olarak bir çoğundan üstündü, şanssızlıkları San Diegolu olmalarıydı. Çok iyi albümleri üstüste yapmış olmalarına rağmen kendilerini kabul ettirmeleri zaman aldı. Herkesin paramparça olduğu 1999da No:4'u yayınlayıp ortalığı dağıttıktan sonra bir boşluk yaşayıp 2002 de Shangri La-dee Da'yı yayınladılar. Fakat grup çözülme dönemindeydi, Scott Weilland uyuşturucudan idrakını kaybetmişti ve DeLeo kardeşlerle problemleri vardı. Ayrılıp kendi yollarına gittiler bir veda best ofuyla. Weilland Guns N' Roses tayfasıyla 4-5 yıllık bir Velvet Revolver dönemi, DeLeo kardeşler ise Filter vokali Richard Patrick ile Army of Anyone'ı kurdular. 2 grup da çok kaliteli işler yapamadı. Weilland uyuşturucudan kurtuldu, güzel 2 solo albüm hazırladı.

Ve sonunda 2008de tekrar birleşmeye karar verdiler. Turneden sonra yeni albümü kaydetmeye de başladılar. Tabi heyecanla karşılanıldı grup fanlarınca bu durum. Grubun fanlarından biri olarak ben de heyecanlıydım; grup promotion olarak Mayısta yayınlanacak albüm için internete albümden bir şarkı verdi. Şarkının adı 'Between the Lines' ve açıkçası iyi şarkı. Albümün kalanının daha da iyi olacağını düşünüyorum. Çünkü Stone Temple Pilots çok karakterli ve karizmatik bir vokalist ve gerçekten iyi müzisyenlerden oluşan çok iyi bir gruptur.

4 Nisan 2010 Pazar

Secret Chiefs 3


Trey Spruance Mr. Bungle'ın aykırı soundunda başlangıçta Mike Patton'dan bile daha etkiliydi. Trevor Dunn ve bu ikilinin kurduğu Mr. Bungle 90ların başlarında en farklı soundları ve türleri kullanan (hatta kendileri sonradan hiç hoşlanmadıklarını söyleseler de fusion rock- crossover üzerinden nu metal gibi müziklerin oluşumunda da etkili oldular) farklı gruplardan bir tanesiydi. Faith No More'un efsane albümü King for a Day'de de çalan Trey, Mr Bungle halen devam ederken bir yandan da proje olarak yanına Patton hariç grup elemanları ve birçok mülti-enstrümantalist isimle beraber Secret Chiefs 3ü kurdu. Grup yoğun Arap-Hindistan-İran müzikleri etkisinde oryantal bir soundu surf rockla (Beach Boys coverları vardır) karıştırıyordu. Spruance projenin beyni olarak bir çok enstrümanı çalmakta (doğu enstrümanları da dahil) ve sonraki albümlerde elektronik sesleri de kullanmaya başlamaktaydı. Amerikadan çıkan en farklı gruplardan birisi olan Secret Chiefs 3 son albümünü 2009 yılında yayınladı. Bizlerin kulağına çok aykırı gelmese de, bir çok tarzı birleştiren grup için ancak avant-garde denebilir sanırım. Hatta avantgarde'ın hası.

Grubun derleme bir albümü:

Arıza adam Spruance ve grubun sahne performanslarından bir kuple için:




31 Mart 2010 Çarşamba

Erykah Badu iyi geldi.





Erykah Badu 2008 de yayınladığı New Amerykah Part One (4th World War)'un kardeşi New Amerykah Part Two (Return Of The Ankh)'ı geçtiğimiz günlerde yayınladı. Albüm öncülüne göre daha serinkanlı daha az elektronik, Badu'nun bildiğimiz soul tandansına daha yakın sakin bir albüm. Synth kullanımları düşmüş daha çok klasik enstrümanlarla kaydedilmiş kelimenin tam anlamıyla 'cool' bir albüm olmuş. İlk planda dikkat çekenler ilk single 'Window Seat', 'Gone Baby Don't be Long', 'Agitation' ve 'You Loving Me'. Albümde Honey gibi vurucu bir hit şarkı yok gibi görünse de bir önceki albüme kıyasla daha iyi olduğunu söyleyebilirim.


Hakkını alamayan albümler - II Deconstruction


Jane's Addiction
Perry Farrell tarafından ömrünü doldurduğu için sona erdirildiğinde ortaya 2 yeni grup çıktı. Birisi Farrell'in yanına davulcu Stephen Perkins'i aldığı Porno For Pyros iken, diğeri basçı Eric Avery'nin vokal yapmaya başlayıp grup arkadaşı Dave Navarro'yla beraber kurduğu Deconstruction oldu. Genel olarak baktığımız zaman ticari olarak görece başarılı olan Porno for Pyros'un yanında Deconstruction kısa süreli bir proje grubu gibi kalmış görünse de aslında daha iyi müziği de yapan bu gruptu. Grup 94de kendi isimli bir albüm kaydetmekten başka bir şey yapmadı. Hatta isim haklarıyla yaşanan sorunlar ve albümün dar bir kitleye ulaşması sonucu turne bile yapmadılar. Büyük isimlerden oluşmasına rağmen grup ve albüm görünmez kaldılar diyebiliriz. Oysa albüm çok kaliteli bir sounda sahipti. Jane's Addiction'dan farklı olarak, daha deneysel bir havanın hakim olduğunu söyleyebileceğim. Albüm çok daha sert bir albümdü, bas gitarın kullanılması daha baskındı ve 2 tane çok iyi müzisyenin çok da iyi bir uyumu söz konusuydu. Eric Avery vokal olarak ekstra bir katkı yapmıyordu ama fena da sayılmazdı. Şarkı sözleri biraz zayıf kalsa da zaten şarkılar daha çok müzikal altyapıya yaslanıyordu. Jane's'in olmadığı kadar sert ve karanlık (bir miktar da sosyal eleştiri barındıran) bir albümden bahsedebilirim. Avery'nin sağlam bas lineları ve Navarro'nun stilize soloları son derece iyi bir birliktelik sunuyordu. Bugün baskısı bulunmayan ve bir 'cult masterpiece' olarak adlandırılan albümün tek single (LA Song) çıkardığını düşünürsek araya gittiğini (üstelik yalnızca albümün değil grubun da) rahatlıkla söyleyebilirim.

27 Mart 2010 Cumartesi

Hakkını alamayan albümler - I MACHINA


Bazı grupların, müzisyenlerin öyle albümleri vardır ki, ne kitleye yaranabilmiştir ne de müzik eleştirmenlerine. O albümler kimi zaman kendi fanlarını yaratır. Çok sevilen bazı grupların bazı albümleri sırf kendi çizgilerinde olmadığı için eleştirilebilir bile. Yıllardır kafamda süregelen bu tarz albümlerden bir tanesi Smashing Pumpkins'in Machina- the Machines of God albümü. 2000de çıkan albüm bence total olarak ele alındığında grubun en iyi albümüyken hem grubun kendisi için hem de o zamanki müzik piyasası için şanssız bir döneme denk geldiğinden çokça eleştirildi. Albüm o zamana kadar en az satan Pumpkins albümü olmakla kalmadı, eleştirmenlerce de hiç beğenilmedi. Adore farklı bir albüm olmasına rağmen bu kadar tepkiyle karşılanmamıştı çünkü fanlar için bir değişim ilk kıvılcımı gibi görülmüştü. O zaman için rock müzik nu-metal-post grunge çizgisinin patlamasının etkisi altındaydı. Grubun kendisi ise albüm kayıtlarının yarısında Adore da çalmayan rehabilitasyondan çıkmış Jimmy Chamberlin ve albüm yayınlanmakta iken grubu terkeden Darcy Wretzky ile kaydedilmişti. Bir nevi orjinal kadronun son kez topluca beraber olabildikleri veda albümüydü. Darcy ve James Iha huzursuzdular, Billy Corgan sapıtma evrelerindeydi. Ama gene de çıkan ürün ellerinden çıkanın "bence" en iyisiydi. Everlasting Gaze'le açılan albüm bu kadar yoğun distortiondan bu kadar duygusallık nasıl dedirtiyordu. İlk single olarak da seçilen şarkı Jonas Akerlund'un çektiği ve Melissa auf Der Maur'un ilk kez göründüğü havalı bir kliple belli bir miktar ilgiye mazhar olmuştu. Albümün geneli bir konsept albüm olarak tasarlanmıştı ve Corgan'ın duygusal dünyasıyla kendi egosunun yerine koyduğu ve (bundan dolayı da grup arkadaşlarını kaybettiği) grubunun hikayesini bir alter-ego (alter-band?) olarak anlatmaktaydı. Albümde boş şarkı yoktu diyebilirim. Belki Corgan'ın tam da olmaması gereken şeyi anlatmayı seçtiği 'Heavy Metal Machine' albüm içinde sırıtıyordu. 'Sacred and Profane', 'I of the Morning', 'This time', 'The Glass and the Ghost Children' ve kapanış şarkısı 'The Age of Innocence' gibi; grubun müzikal olarak tam da olması gerektiği yere gidebilecek bir olgunluğa sahip olabilecek şarkılar, kendi bünyelerinde o olgunluğu barındıramayan grup üyeleri ve değişimden o dönem için hoşlanmayacak kitle yüzünden boşa gitmiş oldu. Grup daha sonra dağılma sürecine girdi. Billy Corgan yıllar sonra 'Washington Post'a ilan verip grubumu istiyorum diye ağladı ve bok gibi albümler yapmaya başladı. Biraz ümit veren Zwan da ego kurbanı oldu. Sonuçta çok iyi bir grup çok iyi bir albümle fakat hiç de iyi olmayan bir şekilde veda etti. (Tekrar kurulan Pumpkins'i kaale almadığımı belirtmek isterim, tıpkı Alice in Chains gibi)



26 Mart 2010 Cuma

Mark Lanegan


Bazı adamlar var ki ne yaparlarsa yapsınlar büyüsü farklı oluyor. Mark Lanegan grungeın en ayrıksı adamlarından birisiydi ve müzikal hayatının kalan kısmında da hep öyle oldu. Zamanında Kurt Cobain, Layne Staley, John Baker Saunders üst üste öldükten sonra "etrafımda arkadaşlarım kalmıyor kendimi yalnız hissediyorum" diyordu ama o yola devam etmeyi seçti. Ve bu yolda da çok çeşitli insanlarla karşılaştı. Screaming Trees bittikten sonra Sub-Popla devam ederek Scraps at Midnight gibi harika bir albümü barındıran blues tınılı akustik bir üçleme albüm serisi hazırladı. Daha sonra 2. albümünü hazırlayan Queens of the Stone Age için önce konuk vokalist oldu fakat daha sonra kalıcı olarak bir süre takıldı grup üyeleriyle ve Songs for the Deaf-Lullabies to Paralyze sürecinde 4 sene devam etti . (Josh Homme'la tanışıklıkları önceye dayanıyor; Kyuss dağıldıktan bir süre Screaming Trees de turne gitaristliği yapmıştı) Daha sonra Belle and Sebastian'ın güzeli Isobel Campbell'la folk sularında iki iyi albüm daha yayınladı. Bu arada yakın arkadaşı (hatta bence ruh ikizi) Greg Dulli'yle beraber Gutter Twins'i kurdular ve Saturnalia'yı yayınladılar. 90ların en önemli vokallerinden ikisinin olgunluk dönemlerindeki uyumları mükemmeldi ve yeni albümlerde kaydedebilecek bir bağları var.
Lanegan son olarak electronic müzik ikilisi Soulsavers'ın albümlerine konuk oldu ve albümdeki birçok şarkıda vokal yaptı. Albümün en dikkat çeken şarkılarından birisi bir diğer efsane Mike Patton'la söyledikleri 'Unbalanced Pieces'tı. Son yayınladığı solo albüm Bublegum'ın üstünden bir hayli zaman geçti. Büyük ihtimalle yeni bir solo kaydedecek. Yaptığı işlerin hepsi çok kaliteli işler oldu şu zamana kadar. Lanegan şu an için müzik dünyasının en büyük birkaç singer-songwriter 'ından birisi ve benim gözümde yaşayan en büyük seslerden.




25 Mart 2010 Perşembe

Silversun Pickups

Los Angeles çıkışlı grup şu zamana kadar 2 full bir E.P olmak üzere üç albüm yayınladı. Distorte gitarlar, düzgün bir vokal, indie-shoegaze arası bir tarzla birleşmekte grubun kimyasında. Smashing Pumpkins benzetmeleriyle sıkça karşılaşılıyor. Soundlarındaki yoğun distortionlı gitar etkisi ve bir kadın basçıya sahip olmaları dışında pek de benzerlik görsterdiklerini söyleyemeyeceğim. Özellikle ikinci albüm Swoon ve basçıları Nikki Moninger çok iyi. İlla birilerine benzetmek gerekirse My Bloody Valentine'ın indie-pop kırması bir soundu denebilir. Best new artist dalında Grammy adaylıkları bile var. Amerikan dinleyicisinin bildiği fakat Avrupa'nın pek keşfetmediği gruplardan. Sonuç olarak kolay dinlenebilecek, çok da ekstra bir durumları olmayan ama yaptıkları müziği başarılı ile icra eden bir grup.

David Letterman daki şu yorumları bir fikir verebilir.

24 Mart 2010 Çarşamba

Unida- John Garcia - Scott Reeder - KYUSS



Kyuss dağıldığında Queens of the Stone Age'in bu kadar başarılı olabileceğini kimse öngörmüyordu. Grubun karizmatik vokali yanına basçı Scott Reeder'ı da alıp Unida ismiyle Coping with the Urban Coyote'yi kaydetmeye başladığında herşey grup için iyi gibi görünüyordu. Stoner Rock'ın temel gruplarından biri olabilecek grubun kaderi yapım şirketleri ve dağıtım sorunları yüzünden ikinci albümü yapamayınca berbat oldu. John Garcia daha sonra Hermanoyu kurdu albümler yayınladı falan ama hiçbiri Unida'nın kalitesinde olmadı. Şu aralar solo albüm yapmakla meşgul. Unida rockın hakkı yenen, pek de bilinmedik gruplarından biri olarak kalmış görünüyor.


Bu 1999 da yayınlanan albümleri:





Laf arasında Scott Reeder'a da değinmekte fayda var. Rock-Metal camiasının en kendine has bas gitaristlerinen biri olmasının yanı sıra, tamamen kendi imkanlarıyla kaydedip 2006 da yayınladığı şahane bir solo albümü var. Yalnızca bir stoner rock albümü olmaktan öte farklı seslere ve tarzlara da yer verdiği çok samimi iyi bir albüm. Sesi de fena değil hani. Ama öte yandan en son aktif işlerinden birisi de Some Kind of Monster'da izlediğimiz üzre Metallica'nın basçı auditionına katılmasıydı. Robert Trujillo dan çok daha orjinal bir bas gitaristtir ama iyi ki orda değil. Tabi kendi hayatı kurtulurdu bunu da düşünmek lazım. Bu o solo albüm:


Kyuss nasıl bir grupmuş ki kuruluş zamanındaki ekibi olan Josh Homme , John Garcia, Brant Bjork, Nick Oliveri 4lüsünün hepsi kendi gruplarının frontmani durumundalar. Kyuss rock'a yön veren çok önemli bir gruptu. Saygıyla anıyoruz.



22 Mart 2010 Pazartesi

Van Halen vs Chickenfoot


Van Halen son reunion da David Lee Roth vokalistliğinde toplanacağını açıkladığında ve üstelik de bu açıklama sağlam bir Amerika turnesi barındırdığında insanlarda bir hayli heyecan oluşturmuştu. Ve fakat Eddie Van Halen gitti Michael Anthony'nin yerine basları oğluna emanet etti. Küçük şişko Wolfgang Van Halen'ın moruklamış fakat karizmayı sürdüren bu ekip içinde ne işi vardı zerre çözebilmiş değilim. Peki Michael Anthony ne yaptı karşılık olarak? Hareketin kralını yaptı. Sammy Hagar'ı yanına alıp Joe Satriani ve RHCP davulcusu güzel insan Chad Smith'leChickenfootu kurdu. Güzel bir albüm, turne falan derken herkes kimyadan memnun olsa gerek; ikinci bir albümün de geleceği açıklandı. Eğer işin içinde bu kadar paralar, konserler, turneler varsa şu reunionlarda vefa bir semt adı olmasın gene de. İş mi şimdi bu ? :



Şu ise baya iyi :


Girls Against Boys





Girls Against Boys
1988 kuruluşlu bir post-hardcore grubu. Geniş ölçüde tanınmaları
Clerks soundtrackinde şarkıları "Kill the sexplayer"la başladı. Grubun kuruluşunda Fugazi davulcusu Brendan Canty'nin olması sebebiyle hep Fugazi'nin sounduna yakın görülmüş bir müzik. Noise Rock'ın ve indie'nin sağlam plak şirketlerinden Touch and Go'dan 1993 ve 1994 te çıkardıkları albümleri Venus Luxure No:1 Baby ve Cruise Yourself albümleri hardcore punk'a indie soundunu eklemleyen çok kaliteli albümler. Grubun önemli özelliklerinden birisi çift bas gitar kullanmaları (Artık Sonic Youth'un da yaptığı bu mevzu o zaman için çok karşılaşılan bir durum değildi) müziklerine derinlik katmasının ötesinde, harcoreun bir janr olarak çok da barındırmadığı kadar ritmik halleri de albümlerde duyulabiliyor. En son 2002 de albüm yayınladılar, 2005de ülkemize de uğradılar ve 2009 da bir küçük Avrupa turnesi daha yaptılar. Birkaç soundtrack için yaptıkları şarkılar da tanınmalarını sağlayan etkenlerden oldu. 200 Cigarettes için yaptıkları Earth, Wind & Fire klasiği Boogie Wonderland de bunlardan bir tanesi. Ayrıca Joy Division'ın Love will tear us apart ve She's Lost Control'unun coverları da mevcut. Özellikle Scott Mccloud'un yırtıcı fakat bir o kadar tok vokali grubu benim için de önemli kılan faktörlerden bir tanesi. Hali hazırda müzik yaptıklarına göre onlardan yeni albümler de bekleyebiliriz.