31 Mart 2010 Çarşamba

Erykah Badu iyi geldi.





Erykah Badu 2008 de yayınladığı New Amerykah Part One (4th World War)'un kardeşi New Amerykah Part Two (Return Of The Ankh)'ı geçtiğimiz günlerde yayınladı. Albüm öncülüne göre daha serinkanlı daha az elektronik, Badu'nun bildiğimiz soul tandansına daha yakın sakin bir albüm. Synth kullanımları düşmüş daha çok klasik enstrümanlarla kaydedilmiş kelimenin tam anlamıyla 'cool' bir albüm olmuş. İlk planda dikkat çekenler ilk single 'Window Seat', 'Gone Baby Don't be Long', 'Agitation' ve 'You Loving Me'. Albümde Honey gibi vurucu bir hit şarkı yok gibi görünse de bir önceki albüme kıyasla daha iyi olduğunu söyleyebilirim.


Hakkını alamayan albümler - II Deconstruction


Jane's Addiction
Perry Farrell tarafından ömrünü doldurduğu için sona erdirildiğinde ortaya 2 yeni grup çıktı. Birisi Farrell'in yanına davulcu Stephen Perkins'i aldığı Porno For Pyros iken, diğeri basçı Eric Avery'nin vokal yapmaya başlayıp grup arkadaşı Dave Navarro'yla beraber kurduğu Deconstruction oldu. Genel olarak baktığımız zaman ticari olarak görece başarılı olan Porno for Pyros'un yanında Deconstruction kısa süreli bir proje grubu gibi kalmış görünse de aslında daha iyi müziği de yapan bu gruptu. Grup 94de kendi isimli bir albüm kaydetmekten başka bir şey yapmadı. Hatta isim haklarıyla yaşanan sorunlar ve albümün dar bir kitleye ulaşması sonucu turne bile yapmadılar. Büyük isimlerden oluşmasına rağmen grup ve albüm görünmez kaldılar diyebiliriz. Oysa albüm çok kaliteli bir sounda sahipti. Jane's Addiction'dan farklı olarak, daha deneysel bir havanın hakim olduğunu söyleyebileceğim. Albüm çok daha sert bir albümdü, bas gitarın kullanılması daha baskındı ve 2 tane çok iyi müzisyenin çok da iyi bir uyumu söz konusuydu. Eric Avery vokal olarak ekstra bir katkı yapmıyordu ama fena da sayılmazdı. Şarkı sözleri biraz zayıf kalsa da zaten şarkılar daha çok müzikal altyapıya yaslanıyordu. Jane's'in olmadığı kadar sert ve karanlık (bir miktar da sosyal eleştiri barındıran) bir albümden bahsedebilirim. Avery'nin sağlam bas lineları ve Navarro'nun stilize soloları son derece iyi bir birliktelik sunuyordu. Bugün baskısı bulunmayan ve bir 'cult masterpiece' olarak adlandırılan albümün tek single (LA Song) çıkardığını düşünürsek araya gittiğini (üstelik yalnızca albümün değil grubun da) rahatlıkla söyleyebilirim.

27 Mart 2010 Cumartesi

Hakkını alamayan albümler - I MACHINA


Bazı grupların, müzisyenlerin öyle albümleri vardır ki, ne kitleye yaranabilmiştir ne de müzik eleştirmenlerine. O albümler kimi zaman kendi fanlarını yaratır. Çok sevilen bazı grupların bazı albümleri sırf kendi çizgilerinde olmadığı için eleştirilebilir bile. Yıllardır kafamda süregelen bu tarz albümlerden bir tanesi Smashing Pumpkins'in Machina- the Machines of God albümü. 2000de çıkan albüm bence total olarak ele alındığında grubun en iyi albümüyken hem grubun kendisi için hem de o zamanki müzik piyasası için şanssız bir döneme denk geldiğinden çokça eleştirildi. Albüm o zamana kadar en az satan Pumpkins albümü olmakla kalmadı, eleştirmenlerce de hiç beğenilmedi. Adore farklı bir albüm olmasına rağmen bu kadar tepkiyle karşılanmamıştı çünkü fanlar için bir değişim ilk kıvılcımı gibi görülmüştü. O zaman için rock müzik nu-metal-post grunge çizgisinin patlamasının etkisi altındaydı. Grubun kendisi ise albüm kayıtlarının yarısında Adore da çalmayan rehabilitasyondan çıkmış Jimmy Chamberlin ve albüm yayınlanmakta iken grubu terkeden Darcy Wretzky ile kaydedilmişti. Bir nevi orjinal kadronun son kez topluca beraber olabildikleri veda albümüydü. Darcy ve James Iha huzursuzdular, Billy Corgan sapıtma evrelerindeydi. Ama gene de çıkan ürün ellerinden çıkanın "bence" en iyisiydi. Everlasting Gaze'le açılan albüm bu kadar yoğun distortiondan bu kadar duygusallık nasıl dedirtiyordu. İlk single olarak da seçilen şarkı Jonas Akerlund'un çektiği ve Melissa auf Der Maur'un ilk kez göründüğü havalı bir kliple belli bir miktar ilgiye mazhar olmuştu. Albümün geneli bir konsept albüm olarak tasarlanmıştı ve Corgan'ın duygusal dünyasıyla kendi egosunun yerine koyduğu ve (bundan dolayı da grup arkadaşlarını kaybettiği) grubunun hikayesini bir alter-ego (alter-band?) olarak anlatmaktaydı. Albümde boş şarkı yoktu diyebilirim. Belki Corgan'ın tam da olmaması gereken şeyi anlatmayı seçtiği 'Heavy Metal Machine' albüm içinde sırıtıyordu. 'Sacred and Profane', 'I of the Morning', 'This time', 'The Glass and the Ghost Children' ve kapanış şarkısı 'The Age of Innocence' gibi; grubun müzikal olarak tam da olması gerektiği yere gidebilecek bir olgunluğa sahip olabilecek şarkılar, kendi bünyelerinde o olgunluğu barındıramayan grup üyeleri ve değişimden o dönem için hoşlanmayacak kitle yüzünden boşa gitmiş oldu. Grup daha sonra dağılma sürecine girdi. Billy Corgan yıllar sonra 'Washington Post'a ilan verip grubumu istiyorum diye ağladı ve bok gibi albümler yapmaya başladı. Biraz ümit veren Zwan da ego kurbanı oldu. Sonuçta çok iyi bir grup çok iyi bir albümle fakat hiç de iyi olmayan bir şekilde veda etti. (Tekrar kurulan Pumpkins'i kaale almadığımı belirtmek isterim, tıpkı Alice in Chains gibi)



26 Mart 2010 Cuma

Mark Lanegan


Bazı adamlar var ki ne yaparlarsa yapsınlar büyüsü farklı oluyor. Mark Lanegan grungeın en ayrıksı adamlarından birisiydi ve müzikal hayatının kalan kısmında da hep öyle oldu. Zamanında Kurt Cobain, Layne Staley, John Baker Saunders üst üste öldükten sonra "etrafımda arkadaşlarım kalmıyor kendimi yalnız hissediyorum" diyordu ama o yola devam etmeyi seçti. Ve bu yolda da çok çeşitli insanlarla karşılaştı. Screaming Trees bittikten sonra Sub-Popla devam ederek Scraps at Midnight gibi harika bir albümü barındıran blues tınılı akustik bir üçleme albüm serisi hazırladı. Daha sonra 2. albümünü hazırlayan Queens of the Stone Age için önce konuk vokalist oldu fakat daha sonra kalıcı olarak bir süre takıldı grup üyeleriyle ve Songs for the Deaf-Lullabies to Paralyze sürecinde 4 sene devam etti . (Josh Homme'la tanışıklıkları önceye dayanıyor; Kyuss dağıldıktan bir süre Screaming Trees de turne gitaristliği yapmıştı) Daha sonra Belle and Sebastian'ın güzeli Isobel Campbell'la folk sularında iki iyi albüm daha yayınladı. Bu arada yakın arkadaşı (hatta bence ruh ikizi) Greg Dulli'yle beraber Gutter Twins'i kurdular ve Saturnalia'yı yayınladılar. 90ların en önemli vokallerinden ikisinin olgunluk dönemlerindeki uyumları mükemmeldi ve yeni albümlerde kaydedebilecek bir bağları var.
Lanegan son olarak electronic müzik ikilisi Soulsavers'ın albümlerine konuk oldu ve albümdeki birçok şarkıda vokal yaptı. Albümün en dikkat çeken şarkılarından birisi bir diğer efsane Mike Patton'la söyledikleri 'Unbalanced Pieces'tı. Son yayınladığı solo albüm Bublegum'ın üstünden bir hayli zaman geçti. Büyük ihtimalle yeni bir solo kaydedecek. Yaptığı işlerin hepsi çok kaliteli işler oldu şu zamana kadar. Lanegan şu an için müzik dünyasının en büyük birkaç singer-songwriter 'ından birisi ve benim gözümde yaşayan en büyük seslerden.




25 Mart 2010 Perşembe

Silversun Pickups

Los Angeles çıkışlı grup şu zamana kadar 2 full bir E.P olmak üzere üç albüm yayınladı. Distorte gitarlar, düzgün bir vokal, indie-shoegaze arası bir tarzla birleşmekte grubun kimyasında. Smashing Pumpkins benzetmeleriyle sıkça karşılaşılıyor. Soundlarındaki yoğun distortionlı gitar etkisi ve bir kadın basçıya sahip olmaları dışında pek de benzerlik görsterdiklerini söyleyemeyeceğim. Özellikle ikinci albüm Swoon ve basçıları Nikki Moninger çok iyi. İlla birilerine benzetmek gerekirse My Bloody Valentine'ın indie-pop kırması bir soundu denebilir. Best new artist dalında Grammy adaylıkları bile var. Amerikan dinleyicisinin bildiği fakat Avrupa'nın pek keşfetmediği gruplardan. Sonuç olarak kolay dinlenebilecek, çok da ekstra bir durumları olmayan ama yaptıkları müziği başarılı ile icra eden bir grup.

David Letterman daki şu yorumları bir fikir verebilir.

24 Mart 2010 Çarşamba

Unida- John Garcia - Scott Reeder - KYUSS



Kyuss dağıldığında Queens of the Stone Age'in bu kadar başarılı olabileceğini kimse öngörmüyordu. Grubun karizmatik vokali yanına basçı Scott Reeder'ı da alıp Unida ismiyle Coping with the Urban Coyote'yi kaydetmeye başladığında herşey grup için iyi gibi görünüyordu. Stoner Rock'ın temel gruplarından biri olabilecek grubun kaderi yapım şirketleri ve dağıtım sorunları yüzünden ikinci albümü yapamayınca berbat oldu. John Garcia daha sonra Hermanoyu kurdu albümler yayınladı falan ama hiçbiri Unida'nın kalitesinde olmadı. Şu aralar solo albüm yapmakla meşgul. Unida rockın hakkı yenen, pek de bilinmedik gruplarından biri olarak kalmış görünüyor.


Bu 1999 da yayınlanan albümleri:





Laf arasında Scott Reeder'a da değinmekte fayda var. Rock-Metal camiasının en kendine has bas gitaristlerinen biri olmasının yanı sıra, tamamen kendi imkanlarıyla kaydedip 2006 da yayınladığı şahane bir solo albümü var. Yalnızca bir stoner rock albümü olmaktan öte farklı seslere ve tarzlara da yer verdiği çok samimi iyi bir albüm. Sesi de fena değil hani. Ama öte yandan en son aktif işlerinden birisi de Some Kind of Monster'da izlediğimiz üzre Metallica'nın basçı auditionına katılmasıydı. Robert Trujillo dan çok daha orjinal bir bas gitaristtir ama iyi ki orda değil. Tabi kendi hayatı kurtulurdu bunu da düşünmek lazım. Bu o solo albüm:


Kyuss nasıl bir grupmuş ki kuruluş zamanındaki ekibi olan Josh Homme , John Garcia, Brant Bjork, Nick Oliveri 4lüsünün hepsi kendi gruplarının frontmani durumundalar. Kyuss rock'a yön veren çok önemli bir gruptu. Saygıyla anıyoruz.



22 Mart 2010 Pazartesi

Van Halen vs Chickenfoot


Van Halen son reunion da David Lee Roth vokalistliğinde toplanacağını açıkladığında ve üstelik de bu açıklama sağlam bir Amerika turnesi barındırdığında insanlarda bir hayli heyecan oluşturmuştu. Ve fakat Eddie Van Halen gitti Michael Anthony'nin yerine basları oğluna emanet etti. Küçük şişko Wolfgang Van Halen'ın moruklamış fakat karizmayı sürdüren bu ekip içinde ne işi vardı zerre çözebilmiş değilim. Peki Michael Anthony ne yaptı karşılık olarak? Hareketin kralını yaptı. Sammy Hagar'ı yanına alıp Joe Satriani ve RHCP davulcusu güzel insan Chad Smith'leChickenfootu kurdu. Güzel bir albüm, turne falan derken herkes kimyadan memnun olsa gerek; ikinci bir albümün de geleceği açıklandı. Eğer işin içinde bu kadar paralar, konserler, turneler varsa şu reunionlarda vefa bir semt adı olmasın gene de. İş mi şimdi bu ? :



Şu ise baya iyi :


Girls Against Boys





Girls Against Boys
1988 kuruluşlu bir post-hardcore grubu. Geniş ölçüde tanınmaları
Clerks soundtrackinde şarkıları "Kill the sexplayer"la başladı. Grubun kuruluşunda Fugazi davulcusu Brendan Canty'nin olması sebebiyle hep Fugazi'nin sounduna yakın görülmüş bir müzik. Noise Rock'ın ve indie'nin sağlam plak şirketlerinden Touch and Go'dan 1993 ve 1994 te çıkardıkları albümleri Venus Luxure No:1 Baby ve Cruise Yourself albümleri hardcore punk'a indie soundunu eklemleyen çok kaliteli albümler. Grubun önemli özelliklerinden birisi çift bas gitar kullanmaları (Artık Sonic Youth'un da yaptığı bu mevzu o zaman için çok karşılaşılan bir durum değildi) müziklerine derinlik katmasının ötesinde, harcoreun bir janr olarak çok da barındırmadığı kadar ritmik halleri de albümlerde duyulabiliyor. En son 2002 de albüm yayınladılar, 2005de ülkemize de uğradılar ve 2009 da bir küçük Avrupa turnesi daha yaptılar. Birkaç soundtrack için yaptıkları şarkılar da tanınmalarını sağlayan etkenlerden oldu. 200 Cigarettes için yaptıkları Earth, Wind & Fire klasiği Boogie Wonderland de bunlardan bir tanesi. Ayrıca Joy Division'ın Love will tear us apart ve She's Lost Control'unun coverları da mevcut. Özellikle Scott Mccloud'un yırtıcı fakat bir o kadar tok vokali grubu benim için de önemli kılan faktörlerden bir tanesi. Hali hazırda müzik yaptıklarına göre onlardan yeni albümler de bekleyebiliriz.